Harput musikisi ilk kez ne zaman ortaya çıktı?
Harput musikisi, sadece notalardan ibaret bir ezgi değil Horasan'dan Anadolu'ya uzanan bin yıllık bir hafızanın, 18. yüzyılın estetiğiyle buluşmuş halidir. Peki, bu köklü mirasın kökenleri akademik verilere göre nereye dayanıyor? 'Kürsübaşı' geleneği bu müziği nasıl bir 'sosyal laboratuvara' dönüştürdü? Elazığ haber sitesi olarak Harput'un o karakteristik makamlarının ve gizemli doğuşunun izini sizler için sürdük.
Harput musikisi denilince akla gelen o karakteristik "ağır ve oturaklı" üslup, aslında binlerce yıllık bir etkileşimin sonucudur. Uzmanlar, bu müziğin kesin bir başlangıç noktasından ziyade, bölgenin 18. ve 19. yüzyıllardaki sosyo-ekonomik zirvesinde son formuna kavuştuğu konusunda birleşiyor.
Kökenler: Horasan’dan Harput’a Süzülen Ezgiler
Harput musikisinin temellerini araştıran Prof. Dr. Şerif Demir’in "Harput Kültüründe Müzik" üzerine yaptığı çalışmalarda belirttiği gibi, bu sesin genetiği Orta Asya ve Horasan üzerinden gelen Türkmen geleneklerine dayanır. Ancak Harput’u özel kılan, bu geleneğin bölgedeki yerleşik kadim halkların (Ermeni, Süryani ve Arap) müzik tınılarıyla Harput Kalesi’nin gölgesinde "yoğrulmuş" olmasıdır. Akademik veriler, özellikle Selçuklu ve Artuklu dönemlerinde askeri ve dini müziğin (mehter ve tasavvuf) birleşerek bugünkü makam yapısının ilk tohumlarını attığını gösteriyor.
Kürsübaşı: Sosyal Bir Laboratuvar Olarak Müzik
Harput musikisinin o kendine has üslubunun kristallendiği yer ise hiç şüphesiz "Kürsübaşı" toplantılarıdır. Bu toplantılar sadece eğlence meclisleri değil, aynı zamanda müziğin usta-çırak ilişkisiyle nesilden nesle aktarıldığı gayriresmi birer konservatuvardır. İshak Sunguroğlu’nun "Harput Yollarında" adlı dev eserinde detaylandırdığı bu gelenek, 19. yüzyılda Harput’un bir ticaret ve eğitim merkezi olmasıyla en parlak dönemine ulaşmıştır. Sunguroğlu’nun notlarından anlıyoruz ki; o dönemde İstanbul’daki saray musikisiyle Anadolu’nun yerel ağzı, Harput kürsübaşlarında mükemmel bir dengeyle birleşmiştir.
Makam ve Üslup: İstanbul’a Komşu, Kendiyle Gururlu
Harput musikisini Türkiye’deki diğer yörelerden ayıran en keskin fark, kullanılan makamların zenginliği ve icradaki disiplindir. Etnomüzikolog Dr. Bülent Aksoy’un bölgesel müzik kimlikleri üzerine yaptığı analizlerde vurguladığı üzere, Harput musikisi "Klasik Türk Müziği" ile "Halk Müziği" arasında bir köprü vazifesi görür. Divan edebiyatından beslenen güftelerin, mahalli ağızla ama klasik makam terbiyesiyle okunması, bu müziği bir "şehir musikisi" kategorisine sokar.
Kesin Bir Tarih Mümkün mü?
Araştırmacılara göre Harput musikisi için "Şu yıl başladı" demek bilimsel bir yanılgı olur. Ancak, elimizdeki en eski nota kayıtları ve dilden dile aktarılan en eski anonim eserler, müziğin karakterinin 17. yüzyıl sonu ile 18. yüzyıl başı arasında oturduğunu kanıtlar niteliktedir. Cumhuriyet döneminde ise bu miras, Hafız Osman Öge, Enver Demirbağ ve Kövenkli Hafız Mustafa gibi dev isimlerin omuzlarında bugünkü akademik formuna kavuşmuştur.
Harput Musikisinin "DNA"sı: Karakteristik Makamlar
Harput musikisi, Klasik Türk Müziği’nin teorik altyapısını yerel bir ruhla birleştirir. Bu gelenekte her makamın icra edildiği bir zaman ve duygu yükü vardır. İşte bu zengin mirasın temel taşları:
İnce Bir Detay: Divan ve Hoyrat Farkı
Harput musikisini incelerken, akademik çalışmalarda sıkça vurgulanan bir ayrım vardır: Divanlar daha çok İstanbul saray musikisine yakın, edebi metinlerin ağır bastığı eserlerdir. Hoyratlar ise bölgenin sert coğrafyasını ve insanın doğayla mücadelesini yansıtan, yüksek perdeden okunan feryat benzeri ezgilerdir. Prof. Dr. Şerif Demir, bu iki uç tarzın aynı mecliste (Kürsübaşı) harmanlanmasını, Harput'un "şehirli köylü" sentezinin bir başarısı olarak tanımlar.
Yaşayan Bir Hafıza
Öte yandan Harput musikisi, sadece geçmişe ait bir hatıra değil, Elazığ’ın yaşayan hafızasıdır. Belirli bir yılın ya da şahsın eseri olmaktan öte, bu coğrafyada nefes alan her topluluğun birer dize, birer nota bıraktığı devasa bir anonim destandır.
